Polimerlerin Tarihi (history of polymers)


Polimer Teriminin Kökeni

Polimer teriminin kökenini araştırmak için yapay polimerlerin geçmişine bakmak yararlı olacaktır. 1826 yılında Faraday'ın yaptığı çalışmada, etilen gazına basınç altında ışın enerjisi verilmiş ve gazın bir kısmının sıvılaştığı saptanmıştır. Ayrılan sıvı fazın çok uçucu, elementel etilen bileşiminde, fakat etilenin iki katı molekül ağırlığında bir bileşik olduğu görülmüştür. Bu durum, bir maddenin elementel bileşimi ile tanımlandığına inanıldığından, şaşırtıcı olmuştur. Berzelius, elde edilen yeni maddeye, etilenin bir izomeri olan büten adını vermiştir. Daha sonra da, elementel bileşimi bir diğer madde ile aynı, fakat molekül ağırlığı o maddenin molekül ağırlığının katları olan  bir maddenin "polimer" terimiyle tanımlanabileceğini belirtmiştir.

Polimer terimi literatürde, önceleri, kimyasal yapıyı dikkate almadan kullanıldı; örneğin, C8H8, asetilenin (C2H2) bir polimeri olarak tarif edilmiştir.

Daha sonra, gerçek kovalent bileşikler ve zayıf moleküler kümeler arasındaki farkı belirtemediği için, bu tanıma şüphe ile bakıldı. çünkü Staudinger'in polimer olarak adlandırdığı polikondensasyon ürünleri, elementel bileşim yönünden, başlangıç monomerlerinden farklıdır. Nihayet, Carothers'in polimer tanımı kabul edildi. Buna göre: bir polimer -R-R-R-R-R- şeklinde tarif edilen bir yapıdır, R'ler bağımsız olarak varolamayan radikalleri gösterir.

Vinil Polimerleri üzerindeki ilk çalışmalar

Uçucu olmayan ilk polimerik madde 1839 yılında stirenden elde edildi. Berthelot 1863'de Paris'te polimerizasyonla ilgili ilk konferansı verdi. çalışma pentenin dimer, tirimer ve tetramerinin ayrılması, yanma veriminden dimerizasyon ve tetramerizasyon ısılarının bulunması hakkında idi. Berthelot bu çalışma ile BF3'ün bir polimerizasyon katalizörü olduğunu da keşfetti.

1990 yılına kadar viniliden klorür, viniliden bromür, vinil bromür, vinil klorür, akrolein, vinil metil eter, metakrilik asit, akrilamid ve isobütenin bulunduğu vinil monomerlerinin polimerizasyonu üzerinde çalışıldı. İzoprenin polimerizasyonu büyük heyecan yarattı. 2,3-dimetilbütadien ve bütadien de polimerleştirilerek yapay olarak kauçuk gibi bir maddenin elde edilebileceği  görüldü.

Doğal Makromoleküller

Sentetik polimerler üzerindeki çalışmalar sürerken, kimyacılar diğer bir koldan da selüloz, nişasta, kauçuk ve protein gibi doğal ürünlerin yapılarını araştırmaktaydılar. Faraday (1826) kauçuğun C/H oranı 6.812 olan bir hidrokarbon olduğunu ileri sürdü. Williams lastiğin bileşiminin izoprene benzediğini ve ısı ile polimerik yapının bozularak basit hidrokarbonlara ayrıldığını açıkladı. Kauçuğun elastikiyeti ile ilgili çeşitli ve çok sayıda araştırmalar yapıldı. Gough, bir lastik bandın gerdirilirken ısındığını keşfetti (1805). Thomson (Lord Kelvin) ise gerdirilen bir lastik bandın soğuyacağını ileri sürdü. Ancak Joule, Gough'ün gözlemini doğruladı.1811'de Gay-lussac ve Thenard bazı doğal ürünlerin elementel bileşimlerinin eşit sayıda karbon ve su molekülünden oluştuğunu ileri sürerek bu tip maddeler için "karbonhidrat" terimini kullandılar. Nişastanın enzimatik parçalanmasıyla maltoz adı verilen bir disakkarit elde edildi. 1899'da Nişastanın molekül ağırlığının kriyoskopi yöntemiyle 20000-30000 arasında olduğu, 1906'da da bir amiloz ve bir amilopektin karışımı olduğu saptandı.

1839 yılında odun seyreltik nitrik asitle ekstrakt edilerek selüloz denilen bir hidrokarbon elde edildi. 1920'lerde selüloz ve nişastanın düşük molekül ağırlıklı şeker türevlerinin kolloidal agregatları olduğu saptandı.

Proteinler üzerinde de çeşitli araştırmalar yapıldı. Bunların yapısal karmaşıklığı ve elde edilen ölü proteinlerin canlı proteinlerden çok farklı olması çalışmaların zor ve yavaş ilerlemesine neden oldu. Proteinlerin amino asitlere hidrolizi ilk defa 1873'de başarıldı. Ancak Fisher'in çalışmalarına kadar fazla bir gelişme olmadı. Bu konudaki çalışmaların hızlanması, 20.yüzyılın başlarında gerçekleşebildi.

Polimer Endüstrisinin Başlaması

Polimer endüstrisinin, 1839'da Goodyear'in vulkanizasyon işlemini bulmasıyla başladığı söylenebilir. Hevea kauçuğu, bazı kullanım alanları bulunmasına rağmen, vulkanizasyon işlemi ile önemli bir ham madde oldu. Otomobil endüstrisinin büyümesiyle kauçuğa olan talep hızla arttı. Belçika Kongo’su ve Güney Amerika'da Hevea ağaçlarından ilkel yöntemlerle kauçuk toplanmaya başlandı. Aynı zamanlarda sentetik kauçuk elde edilmesi konusunda da araştırmalara girişildi.

1907'de Hofmann kauçuk sentezi için on yıllık bir çalışma başlattı. Dimetilsiklooktadienle yapılan ilk araştırmalar başarısızlıkla sonuçlanınca isopren ile çalışılmaya başlandı. Bu çalışmalar da başarısız oldu. Ancak p-kresol ile başlatılan sentezlerle çok saf izopren elde edilebileceği sonucuna varıldı. 1912'de çalışmaları destekleyen kuruluş izoprenin polimerizasyonu ile ilgili iki patent aldı.  Aynı periyotlarda dienlerin polimerizasyonunu başaran İngiliz ve Alman patentleri çıktı. Bu gelişmeler birinci dünya savaşı sırasında çok önemli buluşlar oldu.

1916 ve 1918 yılları arasında Almanya 2,3-dimetilbütadienden 2500 ton metil kauçuğu üretti. Ancak bu kauçuk iyi kaliteli değildi. Savaştan sonra, doğal kauçukla rekabet edemeyen yapay kauçuk üzerindeki araştırmalar yoğunlaştırıldı.

Sentetik liflerin gelişimi ipeğin amonyaklı bakır çözeltisinde çözünmesi ve gerdirme işleminden sonra çöktürülebilme özelliğinin bulunmasıyla başlamıştır (1862). 1883'de Chardonnet nitroselüloz fiberlerin patentini aldı. Kamforla plastifiye edilen nitroselüloz 1870'de yapıldı. Bu madde bir süre sinema filmi olarak kullanıldı, fakat daha sonra aynı amaçla selüloz asetat kullanılmaya başlandı. 1872'de fenol-formaldehit kondensasyon ürünleri elde edildi. Ancak bakalitin endüstriyel üretimi 1910'a kadar gerçekleştirilemedi.

X-Işını Kristalografisi

1917 yılında X-Işını difraksiyon yönteminin bulunmasıyla selüloz, ipek ve asbestin kristal yapılarda oldukları saptandı.

Hevea kauçuğunun amorf yapıda olduğu, fakat gerdirilerek kristalleşebileceği  bulundu.

Bir difraksiyon diyagramının zincir molekülleri yönünden incelenmesi 1926'da gerçekleştirildi. Meyer ve Mark Hevea kauçuğunun yapısını inceleyerek izopren yapı birimlerinin trans- yerine, 1,4-cis bağlanmada olduklarını gösterdiler. (Staudinger de aynı yorumu yapmıştı.) Aynı araştırmacılar sellüloz kristallerinin sıkı zincir molekülleri yığınlarından oluştuğunu belirterek, difraksiyon noktalarından moleküler büyüklük hakkında bilgi alınabileceğini ileri sürdüler. Bu görüşe, Staudinger ve yardımcıları karşı çıktı; formaldehit oligomerleri ve polimerleri üzerindeki çalışmaların, polimer zincir uçlarının kristal içinde rasgele dağıldığını gösterdiğini, bu nedenle de difraksiyon şekillerinin zincir uzunluğu bilgisini vermeyeceğini söylediler.

İkinci dünya savaşından önce diğer sentetik polimerlerin de kristal yapıları üzerinde çok çeşitli araştırmalar yapıldı. Kloropren, polietilen ve poliizobütilen bunlar arasındadır. Poliizobütilen bir sarmal (heliks) yapının saptandığı ilk polimerdir. Jelatin jellerin kristalografik çalışmaları saçaklı misel kavramını getirdi; buna göre, zincir moleküller amorf ve kristal bölgeler arasından geçer. Bu kavram uzun bir süre yarı kristalin polimer modelini getirdi. Proteinler için iki önemli gözlem yapıldı: (1) saç ve diğer lifli proteinlerde iki kristal bölge vardır; büzülmüş alfa şekli ve yayılmış beta şekli, (2) yumak şeklindeki proteinlerde, bunların iyi kristallerden olduğu bilinmesine rağmen, keskin difraksion şekilleri elde edilememiştir. Bir protein kristalinin kendi ana sıvısı içinde dağıtılmış örneğinde, çok sayıda difraksiyon noktası alınmıştır; bu durum, protein taneciklerinin benzer moleküllerden oluştuğunu ve konformasyonun saptanabileceğini belirtir.

Staudinger'in Makromoleküller Üzerindeki Çalışmaları

Staudinger, 1920'li yıllarda, "Yüksek Molekül Ağırlıklı Bileşikler" üzerindeki çalışmalarını yayınladı; Hevea kauçuğu, polistiren ve polioksimetilenin, küçük moleküllerin kolloidal agregatları değil uzun-zincirli moleküller olduğunu ileri sürdü. Staudinger, biyolojik makromoleküller için sentetik polimer modellerin kullanılması fikrini ileri sürdü. Kauçuğun tersine polistiren kolayca oksidatif bozunmaya uğramaz. Kristalin bir polimer olan polioksimetilen ile tüm oligomerik maddeler serisi ayrılabilir ve tanımlanabilir. Örnekteki polistirenin ayrılması, maddenin kolloidal parçacıklar halinde olduğu görüşüne ters bir durumdur. Formaldehit oligomerlerin erime noktaları, yoğunlukları ve kristalografik parametreleri yüksek polimerlere ektrapole edilerek uzun zincir yapıları hakkında önemli bilgiler edinilmiştir. Polimer fraksiyonları kimyasal olarak değiştirildiğinde, elde edilen ürünlerin çözelti viskoziteleri başlangıç maddelerine bağlıdır; örneğin, poli(vinil asetat)ın, poli(vinil klorür)e dönüştürülmesi gibi.

1932'de yayınlanan bir monografta Staudinger, polistiren gibi polimerlerin kristallenememesini stereoregüler yapıdan yoksun olmasıyla açıkladı. çalışmalarda ayrıca molekül ağırlığı tayini için bir yöntem ile seyreltik polimer çözeltilerinin viskozitesi ve ortalama zincir uzunluğu arasında bir bağıntı verildi. Staudinger teorisi, daha sonra yanlış olduğu ispatlanmasına karşın, zincir uzunluğunun saptanabileceğini ileri sürmüş olması bakımından önemli çalışmaların başlangıcı olmuştur.

Ultrasantrifüj

1925 yılında ultrasantrifüjün yapılmasıyla bir hemoglobin çözeltisinde dengedeki madde konsantrasyonu dağılımı incelendi; buna göre maddenin molekül ağırlığı 68000 bulundu. Böylece çok yüksek bir molekül ağırlığının ilk defa doğru bir tayini yapılmış oldu. Daha sonra santrifüj alanının arttırılmasıyla çökelme hızlarından proteinlerin molekül ağırlıkları saptandı. Bundan sonra ultrasantrifüj, poliesterlerin molekül ağırlıkları çalışmalarında kullanıldı, molekül ağırlığı sayı ve ağırlık ortalamaları arasındaki fark ilk defa bu çalışmalarda ortaya çıktı.

Polikondensasyon

1860 yılında yapılan ilk kondensasyon polimerizasyonu çalışmasında etilen glikol altılı bir heksamere dönüştürüldü. Fakat polikondensasyon reaksiyonunun esası anlaşılmadı.

Polikondensasyonların incelenmesi Carothers'in Dupont labaratuvarlarıda 1928 yılında başlattığı çalışmalarıyla devam etti. Bu çalışmalarda, dimerlerin veya siklik monomerlerin oluşumunun zincir moleküllerin oluşumlarıyla kıyaslanabildiği incelendi. Ayrıca siklik bileşenlerinin kararlılıklarının halka büyüklüğüne bağlılığı üzerinde de duruldu.

Carothers ve Staudinger'e göre fonksiyonel grupların reaktiviteleri molekülün büyüklügü arttıkca azalır. Yine de moleküler imbikle ayrılan küçük moleküllerin ortamdan uzaklaştırılmasıyla polikondendesasyonun yüksek verimlere ulaşabileceğini belirttiler. Carothers'in laboratuvarında poliester fiberler üretildi, ancak ticari uygulamalara adapte edilemedi. Proje bırakıldı, fakat 1934'de 9-aminononanoik asitten istenilen sıcaklıkta eriyen ilk poliamidin elde edilmesiyle tekrar gündeme geldi. Poli(heksametilen adipat) 1935'de üretildi ve 1938'de patenti alındı. Poli(etilen tereftalat), II. Dünya Savaşından sonra bulundu. Birkaç yıl önce de polikapramidin patenti alınmıştı.

Flory, Carothers'in laboratuvarı ile işbirliği yaparak polikondensasyondaki zincir uzunlukları üzerinde çalıştı; bir fonksiyonel grubun reaktivitesinin molekülün büyüklüğüne bağlı olmadığını ispatladı. Carothers ve Flory jel noktasını sonsuz ağ örgüsünün ilk göründüğü nokta olarak tarif ettiler.

Polisiloksanların keşfi Kipping'in organik silikon bileşikleriyle çalışmasına dayanır. Aynı zamanda Corning Class Works'deki araştırmacılar ısıya dayanıklı polisiloksan üretimi üzerinde çalışıyorlardı. Bu çalışma General Electric Co.'da polidimetilsiloksanın senteziyle tamamlandı.

Poliüretanlar, Bayer tarafından II. Dünya Savaşı sırasında ele alındı; çapraz bağlanmanın elastikliği arttırdığı saptandı. Ancak Dupont'un patenti kristallenmeyen yumuşak ve kristallenebilen sert polimerlerin bileşimlerini, çapraz-bağlanma olmadan, çok elastik polimerlerin elde edilebileceğini gösterdi. Daha sonra yüzey-arası polikondensasyon polimerizasyonu ile Amerika'da ilk defa 445 0C'de eriyen bir tereftalamid patenti alındı.

Serbest Radikal Polimerizasyonu

Staudinger ilk yayınında, "küçük moleküller, aralarında bir denge kuruluncaya kadar birbirleriyle birleşirler" yorumunu getirdi. Buna göre vinil monomerleri başlangıçta hidrojen göçüyle büyürler.


Bu teori, stiren dimerinin reaktif olmadığının ve akrilik asit polimerizasyonunun dimer vermediğinin saptanmasıyla terkedildi. Stiren polimerizasyonunda bir polimerizasyon çekirdeğinin oluşumu üzerindeki ilk tartışmalar araştırmacıları peroksitlerin rolünü incelemeye yöneltti. Zincir reaksiyonlarının varlığı kloropren polimerizasyonundaki yüksek fotopolimerizasyon verimi ve kinetik verilerden çıkarıldı. Staudinger ve Kohlschütter'in çoğalan zincirlerin uçlarında "serbest değerliklerin" bulunduğunu kabul etmelerine karşın, 1930'lu yılların başında fazla kesin olmayan "monomerlerin aktiflenmesi" fikrini savunan yayınlar yapıldı. Peroksitlerden serbest radikal oluşumu tezi 1937'ye kadar tartışıldı. 1935'de Staudinger ve Frost, monomer dönüşümünün polistirenin çözelti viskozitesinden elde edilen zincir uzunluğuna etkisinin ısıl polimerizasyonda az, emülsiyon polimerizasyonunda fazla olduğunu buldular. Schultz, Flory'den iki yıl önce "normal molekül ağırlığı dağılımı" için bir bağıntı çıkarmıştı.

Uzun bir süre, polimer zincirlerinin uzunluğu arttıkça reaktivitelerinin azalacağına inanıldı. Bimoleküler zincir sonlanması hidrojen transferine bağlandı. çoğalan zincirlerin konsantrasyonlarında kararlı-hal yaklaşımıyla polimerizasyon hızlarının, başlama hızının kare kökü ile orantılı olduğu bulundu. Flory zincir transferi kavramını getirdi; diğer araştırmacılar, çok viskoz ortamlarda azalan zincir sonlanmasının vinil polimerizasyonunda jel etkisi oluşturacağı fikrini ileri sürdüler. Etilenin yüksek basınçta polimerizasyonu ilk defa ICI laboratuvarlarında gerçekleştirildi. Polietilen II. Dünya Savaşında radar kablolarının izolasyonunda kullanıldı.

İlk yayınlanan kopolimerizasyon çalışmasında, tek başına polimerleşmeyen maleik anhidrit ve stilbenin kopolimerleştiği tezi ileri sürüldü. Bu yayın fazla ilgi görmedi. Kopolimerizasyon sistemi anlaşılamadı, 1933'de stiren-bütadien kauçuğu patentinin alınması büyük bir sürpriz oldu; iki monomer karışımının polimerizasyon ürününün, bu monomerlerin homopolimerlerinin karışımından farklı olduğu keşfedildi. Daha sonra Marvel'in ve Staudinger'in laboratuvarlarında olefinlerin kükürt dioksitle kopolimerizasyonu çalışmaları yapıldı.

İkili kopolimerin monomer karışımlarının bileşimine bağlı olduğu teorisi, monomer kalıntıları ile zincir sonlanması sayısının, bu kalıntıların kopolimerdeki konsantrasyonuna eşit olduğu gibi yanlış bir varsayıma dayanmaktaydı. Daha sonra kopolimer bileşimi, monomerle çoğalan radikallerin reaktivite oranlarıyla açıklandı. Alfrey-Price'in yarı kantitatif teorisi her bir monomerin rezonans ve polarite parametrelerinden çıkarılan reaktivite oranları kavramını getirdi.

Zincir-transfer maddeleri ile ilgili ilk teori 1945 yılında çıkarıldı. II. Dünya Savaşı sırasında merkaptanlar yapay-kauçuk üretiminde kullanılmasına rağmen, reaksiyon mekanizması bilinmemekteydi.

Emülsiyon polimerizasyonu üzerindeki yoğun çalışmalar yapay-kauçuk çalışmaları sırasında gündeme geldi; şişmiş sabun misellerinde çok miktarda polimer oluşabildiği ve sabunla-kararlı hale getirilen monomer damlalarının monomer deposu gibi davranacağı bulundu. Bu bilgi Smith-Ewart teorisinin çıkarılmasına yardım etti: polimerizasyon hızı, monomerle-şişmiş polimer taneciklerinin sayısıyla orantılıdır, monomer sadece tek bir çoğalan zincir içerir.

Kristalin bir vinil monomerinin ilk detaylı polimerizasyon çalışması 1960 da yapıldı; üre kristalleri içinde bütadienin polimerizasyonu ile saf 1,4-trans polimer elde edildi. Diasetilen türevlerinin, kristal halde, ani bir polimerizasyona  uğradığı  saptandı.İyonik ve Koordinasyon Polimerizasyonu
Bertholet, yüz yıl önce, polimerizasyon işleminin asitle katalizlendiğini ileri sürdü. Aynı zamanda stirenin baz katalizörle polimerleştiği de gündeme geldi. Asit-katalizli polimerizasyonların karbonyum iyonu ile ilişkisini izobütenin polimerizasyonu için ilk defa Whitmor açıkladı. İzobüten kuru BF3 içinde polimerleşmediğinden BF3-katalizörlü polimerizasyonlarda suyun yardımcı katalizör olduğu, alkil halojenlerin de yardımcı katalizör olarak etki edeceği kabul edildi.

Anyonik polimerizasyon, dienlerin kauçuklara dönüştürülmesinde alkali metal katalizörlerinin kullanılmasıyla önemli hale geldi. 1934'de bütil lityumla başlatılan bütadien polimerizasyonu, Ziegler ve yardımcılarını 1,2 ve 1,4 katılma reaksiyonları üzerinde çalışmaya yöneltti. Düşük sıcaklıkta 1,4 katılmasının anyonik polimerizasyona kıyasla serbest-radikal polimerizasyonunda daha başarılı olduğu görüldü. Böylece, polimerizasyon mekanizmasının polidienlerin mikroyapısında etkili olduğunu gösteren ilk çalışma elde edildi.

Etilenin, alkil lityum bileşiklerine ilave edilmesi çözünmeyen LiH bileşiğinin oluşmasına neden olduğundan, Ziegler LiAlH4 kullanmayı denedi; bu bileşiğin çözünürlüğü istenilen seviyedeydi. çalışmalarda lityuma gereksinim olmadığı, trialkilaliminyumun da basınç altında ve yüksek sıcaklıkta etilene katılabileceği sonucuna varıldı. çalışmaların çeşitli alternatiflerle sürdürülmesiyle etilenin atmosfer basıncında ve oda sıcaklığında, dallanmamış zincirler halinde polimerleştirilmesi başarıldı. Ziegler bu çalışmasıyla Nobel ödülünü kazandı.

Ziegler'in çalışmasına benzer bir çalışma on yıl önce başlatılmış olmasına rağmen 1953 yılına kadar bir patent yayınlanamadı. II. Dünya Savaşında Almanya etilenden yağlama yağı yapılması için harekete geçti. Ancak çalışmalar fazla ilerleyemedi.

1954'de Natta propilenin Ziegler yöntemiyle polimerleştiğinde kauçuk yapısında bir madde oluşacağını ümit etti. Ancak oluşan polimeri ayırdığında polimerin bir kısmının kristal yapıda olduğu görüldü. Bu yöndeki çalışmalar sonunda, "izotaktik" denilen, stereoregüler yapılı polimerler üretildi.Staudinger vinil polimerlerinin amorf karakterde olduğunu ileri sürdü. 1932'de Staudinger kristal polioksipropilen sentezini açıkladı, fakat stereoregülerlik hakkında bilgi verilmedi. Schildknecht ve yardımcıları, vinil izobütil eterin heterojen polimerizasyonu ile kristal yapılı bir polimer elde ettiler ve sindiyotaktik yapıyı ileri sürdüler.Natta grubu 1954 yılına kadar pek çok çalışma yaptı. "Ziegler-Natta" katalizörü adı altında bir katalizör geliştirilerek Hevea kaucuğuna benzer bir poliizopren elde edildi. Price ve yardımcıları bazı katalizörlerle rasemik propilen oksit üretilebileceğini  gösterdiler.

Halka Açılma Polimerizasyonu

Trialkil amonyum tuzları 1930'lu yıllarda bulundu, daha sonra tetrahidrofuranın polimerizasyonunda katalizör olarak kullanıldı. Beş-üyeli halkaların polimerleşmediği zannedildiğinden çalışma sonucu büyük bir sürpriz oldu. Yedi-üyeli kaprolaktam halkalarının susuz ortamda asit ve baz katalizörler eşliğinde polimerizasyonu 1941 yılında başarıldı. Daha sonra bu reaksiyon için kaprolaktam sodyum tuzunun en ideal katalizör olduğu ispatlandı. 1950'lerde Wichterle koprolaktamın anyonik polimerizasyonu çalışmalarını yaptı.1906'da Leuchs, az miktarda su ilave edildiğinde N-karboksianhidridden suda çözünmeyen bir ürün (daha sonra bunun glisin polipeptid olduğu saptanmıştır) ile CO2 elde edildiğini bulmuştur. 1950'li yıllarda çok yüksek molekül ağırlıklı polipeptidler bu yöntemle elde edilmeye başlandı.

Proteinler ve Nükleik Asit

Küresel proteinlerin X-Işını difraksiyon şekilleri 1934 yılında incelenmeye başlandı. 1951'de Paulin ve arkadaşları proteinlerin a- şekillerinin, molekül içi hidrojen bağlarının bulunduğu sarmal (helikal) yapıda olduklarını ve a-heliks yapının küresel proteinler için önemli bir yapısal oluşum olduğunu ileri sürdüler. Böyle bir yapı zincirdeki serbest enerjiyi en az seviyeye düşürmektedir.

Hemoglobinin yapısının X-Işını kristalografisi yöntemiyle tayini, ağır metal atomlarının yapıda herhangi bir değişikliğe neden olmadan protein moleküllerinin belirli noktalarına girebildiklerini göstermiştir (1958). 1944'de deoksiribonükleik asit (DNA) üzerinde yapılan çalışmalar, DNA zincirlerinin dört nükleotidin düzgün bir tekrarından oluştuğunu göstermiştir. Farklı organizmaların DNA'larının farklı nükleotidler içerdiği, bunların zincir boyunca dizilişlerinin değişik olduğu saptandı ve DNA'nın genetik mesajların taşıyıcısı olduğu bulundu. DNA'nın detaylı incelenmesi 1974 yılında yapıldı. DNA fiberlerinin çift heliks şeklindeki kristal yapısı, nükleotidlerin birbirinden uzaklıkları ve periyodik tekrarları saptanarak incelendi.

Spektroskopi

Spektroskopik teknikler, polimerlerin yapısal analizlerinde kullanılan çok önemli yöntemlerdir (Bölüm 2).

Stiren-bütadien kopolimerlerinin ultraviole (UV) spektroskopik incelemeleri 1946 yılında başlamıştır. İnfrared (IR) absorbsiyon spektroskopisi, aynı tarihte alçak yoğunluklu polietilene uygulanmış ve dallanma derecesi çalşmaları yapılmış, polimer ve kopolimerlerdeki karbonil gruplarının miktarları, 1,2, 1,4-cis ve 1,4-trans-bütadien miktarlarının kantitatif tayinlerinde başarılar elde edilmiştir.

IR spektroskopisiyle a ve b polipeptidlerin gözlenmesi, molekül içi hidrojen bağlarının teşhisi mümkün olabilmiştir. Yarı kristalin polimerlerde zincir moleküllerinin taktisitesi, poliakrilonitrilin degradasyonu ve selülozun merserizasyonunun izlenmesi 1956 yılında IR spektroskopisiyle yapılmıştır.

Nükleer magnetik rezonans (NMR) spektroskopisi, 1959'dan önce sadece kütle polimerlerine uygulanabildi. 1959'da yüksek rezolusyonlu NMR cihazların yapılmasıyla ilk olarak poli(vinil fluorür)deki baş-baş (head-to-head) katılma mekanizması aydınlatıldı.

1960'da vinil polimerlerinin stereoregüler karakterlerinin aydınlatılması önemli bir gelişme olarak kabul edilmektedir.

Elektron spin rezonans (ESR) spektroskopisi, polimer araştırmasında kullanılan diğer bir enstrumental analiz tekniğidir; bu yöntemle, bir polimerizasyonda çapraz bağlanmaya neden olan serbest radikallerin oluşması incelenir. Radyasyona uğratılan polietilenlerde polimer zincirlerinin kesilmesi ve radikallere oksijen eklenmesi çalışmaları 1955-1959 yılları arasında yapılmıştır.

PolimerÇözeltileri

Staudinger'in intrinsik viskozite teorisi (1930), zincir moleküllerinin sert çubuklar gibi davrandığı varsayımına dayanıyordu. Kuhn (1934), zincir moleküllerinin kuyruk-kuyruk (end-to-end) yer değiştirmelerinin bir dağılım gösterdiğini ve intrinsik viskoziteyi, çözücünün makromolekül sarımları içinde tutulmasıyla açıkladı. Rastgele zincir sarımlarının hidrodinamik davranışı, intrinsik viskozitenin zincir uzunluğuna bağlılığının, çözücünün moleküler sarımdan geçebilme özelliğine göre değiştiğini göstermiştir. Flory'nin analizlerine (1949) göre, zincir molekülleri geçirgen olmayan sarımlar gibi davranırlar ve intrinsik viskozite değeri bu sarımların boyutlarına göre değişir.

Polimer çözeltilerinin ideal olmayan termodinamik davranışları ilk defa selüloz nitrat çözeltilerinin osmotik basınç çalışmalarında gözlenmiştir; osmotik basınç, polimer konsantrasyonu ile orantılı olarak değil, daha hızlı bir yükselme göstermiştir. Bu durum moleküler Brown hareketleriyle açıklanmışsa da daha sonraları karışma entropisinin ideal olmamasına bağlanmıştır.

Işık saçılması (light scattering) yönteminin kullanılmaya başlanmasıyla 1944'de Debye, Raman'ın 1927'deki çalışmalarından da yararlanarak, polimerlerin molekül ağırlıklarının ve boyutlarının saptanabildiğini gösterdi; sonuçlar, ozmometrik yöntemle elde edilenlerden daha sağlıklı olmuştur.



GERİ (poimer kimyası)