Hampetrolün Tarihçesi (crude oil history)


Tarihçe

İnsanlığın petrolü kullanması yazılı tarih kadar eskidir. Eski kültürler petrolün yapıştırma ve su geçirmez özelliklerini keşfetmişler ve bundan yararlanmışlardır. Beş bin yıl önce Sümerler, duvar ve döşemelerde kullandıkları mozaiklerin içine asfaltla kakmalar yapmışlardır. Mısırlılar, cenk ve yarış arabalarını ziftle yağlamışlar ve mumyaları asfaltla tahnitleşmişler ve piramitlerin yapımında zift kullanmışlardır. Roman hatip Cicero bir hampetrol lambası yapmıştır. Güney Amerika yerlileri vücutlarını boyamada ve seremonilerinde yaktıkları ateşlerde petrol kullanmışlardır.

M. Ö. 1500 yıllarında buhurdanlarda çok yavaş yanan, tehlikeli patlamalara yol açmayan sıvı yağlar kullanıldı. Sonra bunun yerini, bugün kullandığımız gazyağlı fenerlerine benzeyen, kapiler etkisiyle alevlenebilen sıvının fitile çekilerek yandığı fitilli yağ lambaları aldı Yeraltındaki yağ kalıntılarını tuz kuyularında ilk keşfeden Çinlilerdir. M. Ö. 600’de Confucius, Tiberya sınırları boyunca 100 feet derinlikte su ve doğal gaz bulunduğunu yazmıştır; petrol ve gaz, kuyulardan bambudan yapılmış boru hatlarıyla taşınmıştır.

İlk petrol kuyusunun 4. yüzyılda (veya daha önce) Çin’de açıldığı, derinliğinin 800 feet kadar olduğu ve sondajın bambulara bağlanmış kazıcı bazı uçlarla yapıldığına dair yazıtlar vardır.

8. Yüzyılda yeni kurulmakta olan Bağdat sokakları, bölgedeki doğal yataklardan kolaylıkla çıkarılabilen katranla kaplandı. 9. Yüzyılda Azerbaycan Baku’de hampetrol işlemesine başlandı ve nafta denilen hafif fraksiyon elde edildi. Bu bölgeler 10. yüzyılda coğrafyası Masudi, 13. yüzyılda Marco Polo tarafından tanımlandı. Romalılar, savaşlarda silah olarak alevlenebilen kaplar kullandılar. M. S. 1500’lü yıllarda Leonardo da Vinci hayali bir sondaj makinesi çizdi, Çinliler 2000 feetten daha derine inen kuyular kazdılar. Rus Çarı Büyük Petro, 1723 yılında İran’ın Baku Hanlığını ele geçirdikten sonra petrol önemli bir ticari mal oldu; özel kuruluşlara petrol arama, rafinasyon ve satış izni verdi.

1800’lü Yılların başında Amerika’da özel sektör kurdukları barajlar yoluyla petrolü su üstünde yüzdürerek batı Pensilvanya'da Oil Creek (Petrol Körfezi) diye adlandırılan bir alana taşıdılar. Su yüzeyinde toplanan petrol, suya daldırılan battaniyelere emdirilip alınarak galonu 2 dolara satıldı.

Nafta, ilk su geçirmez yağmurlukların yapımda kullanılan temel madde oldu; 1823’de Britanya’da, naftada çözünmüş lastikle kaplanarak normal pamuklu kumaşlardan su geçirmez kumaşlar imal edildi.

Modern petrol tarihçesi 1853 yılında petrolün distilasyon prosesinin keşfiyle başlar; hampetrol, Polonyalı bilim adamı Ignacy Lukasiewicz tarafından distillenerek gazyağı elde edildi. Ertesi yıl güney Polonya’da Krosno yakınındaki Bobrka’da ilk "rock oil" ("petr-oleum") madeni çıkarıldı ve bir distilasyon sisteminden oluşan ilk rafineriyi yine Ignacy Lukasiewicz Ulaszowice’de kurdu. Bu keşif dünyada hızla yayıldı ve Meerzoeff ilk Rus rafinerisini Baku’de 1861’de kurdu.

İlk ticari petrol kuyusunu ise 1858 yılında Kanada Ontario’da James Miller Williams açtı. Amerikan petrol endüstrisi Edwin Drake'in Titusville, Pennsylvania yakınında 1859’daki petrol yatağı keşfiyle başlar.

Gazyağı lambalarının keşfi (1854), İlk Amerikan petrol şirketi, Pennsylvania Rock Oil Company’nin oluşumuna yolaçtı. Beş yıl sonra demiryolu kondüktörü Edwin Drake Titusville’de (Pennsylvania) bir kuyu açtı ve 70 feet derinlikte petrol buldu. Modern petrol endüstrisinin ‘doğumu’ olarak nitelendirilen çıkarılan ‘siyah altın’ın varili 20 dolara satıldı. Drake’in tek kuyusundan elde edilen petrol, Romanya’nın 1650’de açtığı ve Avrupa’nın ana petrol kaynağı olan sığ rezervuarlardan sağlanan, tüm ticari üretimini aştı.

1910 Yılına kadar dünyanın çeşitli bilgelerinde endüstriyel üretime elverişli petrol sahaları keşfedildi; Kanada, Hollanda Doğu Hint Adaları (Sumatra, 1885), İran (1901), Peru, Venezüella ve Meksika.

İç yanmalı motorların keşfi petrol ürünlerine olan gereksinimi artırdı. 1900’lerin ilk yıllarında otomobillerde benzinli motorların kullanılmasına kadar benzin, hampetrolden distilasyonla gazyağı elde edilirken çıkan bir atık maddeydi. Daha sonra benzin ve dizel yakıtlarıyla çalışan çiftlik araçları yapımına yönelindi ve bunların kullanımı yaygınlaşarak ziraatta yüksek verimlere ulaşıldı.

Petrolün keşfi ve hızla gelişen rafinasyon yöntemleriyle üretilen yakıtlar, 1950 yıllarına kadar dünyadaki en önemli yakıt olan kömürün yerini almaya başladı.

Bilim adamları daha ileri rafinasyon yöntemleriyle petrolden sentetik kimyasal maddelerin (petrokimyasallar) elde edilebilmesi için araştırmalara başladılar; zirai ürün verimini artıran suni gübre maddeleri ve ilaç sanayii için sulfa ilaçların üretiminde kullanılacak maddeler elde edildi, ipeğin yerini alan ilk sentetik madde, naylon üretilerek çorap yapımında kullanıldı.


1. ARZIN JEOLOJİK YAŞI VE YAPISI

Hampetrollerin özellikleri bulundukları yatakların jeolojik geçmişleriyle belirlenir. Örneğin,

·         Louisiana ve Nijerya hampetrolleri birbirine benzer; her ikisi de benzer deniz kalıntılarından oluşmuşlardır.
·         Uzak Doğu petrolleri genellikle vakslıdır, siyah veya kahve renklidir, düşük sülfürlüdür ve Merkezi Afrika petrollerine benzer; bunlar karasal depozitler esaslıdır.
·         Orta Doğu petrollerinin vaks miktarı düşüktür, fakat sülfürü fazladır.
·         Batı Avustralya petrolü hafif ve bal-renklidir.
·         Kuzey Denizi petrolü vakslı, yeşil-siyah renklidir.
·         USA’daki petrollerin özellikleri ise, bölgelerin çok değişik jeolojik tarihleri nedeniyle çok çeşitlidir.

En eski petrol-yatağı kayaçlarının yaşı 600 milyon yıldan daha fazla, en genç olanların ise 1 milyon yıl dolayındadır. Keşfedilen ve bulunan petrol yataklarının çoğu 10-270 milyon yaşındadır.

Petrol ve gaz yataklarının oluşmasındaki en kritik faktör, derinlikle artan yüzey altı sıcaklığıdır. Petrol hidrokarbonların oluşumu 150 0F’dan daha düşük sıcaklıklarda nadiren gerçekleşebildiği gibi, 500 0F dan yüksek sıcaklıklarda da oluşan hidrokarbonlar bozunarak karbonlaşır; ideal sıcaklık aralığı 225-350 dereceler arasıdır.


Ön kambriyum, 4500-550 Milyon Yıl Önce

Taban (Basement) Kayaçlar: Yeryüzünün oluşumundan (~4 milyar yıl önce), bilinen ilk çok hücreli organizmaların başladığı zamana ( 550 milyon yıl önce) kadar olan tabakalardır.

Petrolün organik orijinli olduğu kabul edildiğinden bu tabakalara kadar sondaj yapılmaz.

b. Birinci Zaman, Paleozoik Devir, 550-248 Milyon Yıl Önce

Devonik Periyot sırasında ekvatorun, güney batıdan kuzey doğuya doğru, gerilmesiyle kıta kütleleri konumlandı ve Devonik Deniz oluştu.

Devonik Periyoda “Balıkların Yaşı” da denir. Oluşan bu denizler sıcak ve tropikaldi, yaşama olanak verecek kadar verimliydi ve geniş kayalıklar bulunuyordu. Hayvanlardan bazıları arasında, mercanlar, deniz kabukluları, kafadan bacaklılar sınıfından yumuşakçalar, sedefli deniz minareleri hayvancıkları, üç loplu deniz böcekleri, akreplere benzeyen böcekler, deniz kestanesi türleri, keseliler ve tomurcuklular, yaprak ve bitki saplarına benzeyen deniz lalesi ve zambak şeklindeki deniz hayvanları, kıkırdak iskeletli çenesiz balıklar (daha sonra kemikli ve çeneli köpek balığı, tırpana ve vatoz türü balıklara dönüşeceklerdir) bulunuyordu. Yer altından çıkarılan petrol, metamorfoza (kimyasal olarak başkalaşma) uğramış mikroskobik bitkiler ve hayvancıkların kalıntılarıdır. Bir balık kepçesi veya bir kova deniz suyunda bu tip pek çok organizma olduğunu görmek mümkündür.

Devonik denizdeki periyodik geri çekilmesiyle, alçı taşı ve potas (potasyum hidrat) gibi buharlaşma kalıntıları ve halitler (kaya tuzları) meydana geldi. Kaya tuzları kalıntılarının bazıları, üstleri çökelti tabakalarıyla kaplanmış doğal kapanlar içindeki sularda çözündüler.

c. İkinci Zaman, Mezozoik Devir, 250-65 Milyon Yıl Önce

Bu zaman süresinde Devonik deniz kuzeye doğru ilerledi. Ekvator, güneyde kalırken kıta alanı yavaşça kuzeye doğru kaydı. Deniz, Devonik periyottakinden daha fazla alan kapladı.

Bu periyodun hayvanları genel bir evrim geçirdi, bazı balıklar bulundukları ortamdan rahatsız oldular. Teoriye göre bazı balıklar anaerobik (oksijensiz) çevreden göç ettiler ve başka yerlere doğru kaydılar; birbiri peşisıra olan bu yer değiştirmelerde yaşam olanağı olmayan havuzlara rastladıkça başka havuzlara yöneldiler. Bu dolaşım süresince değişime uğrayarak etsi bir yapıya dönüştüler; dönüşüm, hem suda ve hem de karada yaşayabilen amfibians form oluşuncaya kadar devam etti.

Devonik kayaçlar milyonlarca yıl çok sığ seviyelerde kaldı, sonra hem bunlar ve hem de kresate kayaçları yeterli derinliğe ulaştıklarında hızla petrol oluşumu gerçekleşti. Bundan sonraki ağır erozyon ve diğer nedenlerle gömülme derecesi yavaşladı.

Kresate periyodunda kıtaların gelişmesi, adalar ve küçük alanların katılarak dağ silsileleri oluşuncaya kadar devam etti. Bu katılımlar denizi batıya doğru itti, ancak bazı alanlar kuzey ve güneyden tekrar deniz tarafından işgal edildi. Bu periyot süresinde birkaç kez deniz işgali ve deniz geri çekilmesi çevrimi oluştu. Bu çevrimler, dağ silsilelerinin hızla erozyonuyla beraber gerçekleşti ve sonuçta muazzam kum taşları mil/çamur taşları ve tabakalı bir taş türü olan shale oluşumları meydana geldi. Bazı karalar önemli derecede kuzeye kaydı, fakat iklimi tropikal olarak kaldı.

Yaşamda evrim oldukça yavaş ilerledi. Kretase periyodu dinozorların bulunduğu son büyük dönemdir ve bir bakıma onların yaşını tanımlar. Timsah ve kertenkele türü bazı yaratıkların yerini, derece derece kuşlar ve denizlerde dolaşan büyük korkunç sürüngenler aldı. Kretase döneminin zengin sedimentleri (tortuları) arz içinde yeteri kadar derinlere gömülmedi, dolayısıyla yeterli tektonik basınçlara maruz kalmadığından petrolün oluşması için gereken ısı oluşmadı. Yine de bu kayaçlardan, Devonik ve Mississipyan kalıntılarından göçen petrolün yerleşebildiği kapanlar oluştu.

d. Üçüncü (65 Milyon Yıl) ve 1.8 milyon yıl öncesinde başlayan ve devam etmekte olan Dördüncü Zamanlar

Paleozoik ve Mezozoik zamanda (550-65 milyon yıl öncesi) yoğun ormanlar ve denizler, bitkiler ve hayvanlarla doldu. Zamanla ölenler veya yaşayanların bazıları kumla veya çamurla kaplanarak bozunmadan korundular ve böylece petrolün oluşum süreci başladı. Proses bazen çamurların kaymasıyla, kum tepeciklerinin yer değiştirmesiyle, bazen volkan infilaklarıyla, bazen meteorların yeryüzüyle çarpışarak büyük bulutlar ve tozlar fırlatmasıyla gerçekleşti. Çökelen bu tabakalar, üzerlerine eklenen yeni tabakalarla gittikçe artan basınçlar ve dolayısıyla yükselen sıcaklıklara maruz kaldı.

Yer kabuğu kayarken, oluşmaya başlayan bu tabakalar derine, daha derine itildi. Arzın merkezi, bilindiği gibi çok sıcaktır ve kayaçlar sıvılaşmış haldedir. Bütün bu koşullarda aktif halde olan bakterilerle binlerce yıl boyunca meydana gelen kimyasal reaksiyonlar, doğal gaz ve hampetrol bileşenlerini oluşturdu:

Organik maddeler kum ve çamur altına gömüldü, basınç artarken petrol yakınlarındaki kayaçlara doğru aktı. Kayaçlar katı birer kütle gibi görünmesine karşın çok sayıda gözenekler (pore) içerir ve bazı kayaçların gözenekleri diğerlerinden daha çok ve daha büyüktür. Üç temel kayaç tipi vardır; volkanik, metamorfik (başkalaşım) ve çökelti (veya tortul) kayaçlar. Petrol daha çok çökelti kayaçları etrafında bulunur, ancak her çökelti kayacı petrol içermez. Organik maddenin sadece %2 si petrole dönüşür, ve sadece %0.5 kadarı elde geçirilebilir. Hidrokarbonlar sudan daha hafiftir ve bulunduğu poröz kayaçlardan, poröz olmayan (non-poröz) tabakalar (kapanlar) tarafından tutuluncaya kadar yukarıya doğru göçerler.



2. GLOBAL HİDROKARBON YATAKLARI

Konvensiyonal petrol ve gaz yatakları hem bulundukları yerler ve hem de zaman bakımından düzenli dağılım göstermezler. Büyük petrol ve gaz yatakları az sayıdaki basenlerde veya 20000 ft (6.1 km)’den daha az derin klasik petrol bölgelerinde yeralırlar. Bu düzenli olmayan dağılım tabakaların oluşma veya kırılma özellikleriyle bağıntılıdır.

Dünyada 600’den fazla basen ve alt-basen bulunduğu ve bunların büyük bir kısmının birkaç jeolojik bölgede toplandığı; olası hesaplamaları, orijinal petrol rezervlerinin %80 kadarının 10 bölgede toplandığını göstermektedir. Arabistan Platformu ve Zagros Kuşağı (Suudi Arabistan-İran-Irak) bilinen be keşfedilmiş olan en büyük rezervlere sahiptir.

Tüm jeolojik periyotlarda oluşmasına karşın, bilinen hidrokarbon yataklarına göre dünyadaki tüm rezervuarların %95’i altı jeolojik zaman aralığında oluşmuştur (Tablo-1).

Kaynak kayaçlar (hidrokarbonlar üreten, organik maddelerce zengin tabakalar), herhangi bir önemli petrol sisteminin ilk anahtarıdır. Kaynak kayaçlar çeşitli denizsel ve karasal jeolojik çökeltilerde birikir ve korunur.

Prekambriyan zamanından başlayarak oluşmuş olan bu çökellerin dünyadaki dağılımı incelendiğinde %90’ının altı jeolojik evreye ait olduğu görülür. İki Mezozoik evrenin (Üst Jurasik ve Orta Kretase), tanımlanmış tüm hidrokarbon rezervlerinin yarısından daha fazlasını içerdiği tahmin edilmektedir.

Bu yaştaki kaynak kayaçlar dünyanın önemli petrol yataklarının bulunduğu Orta Doğu, Sibirya, Birleşik Devletler, Kuzey Denizi, Venezüella ve Meksika’da bulunmaktadır (Tablo-2).

Tablo-1: Dünyadaki Büyük Rezervuar Kayaçların 
Stratigrafik Dağılımı



Tablo-2: Dünyadaki Büyük Kaynak Kayaçların 
Stratigrafik Dağılımı



3. PETROLÜN KÖKENİ VE OLUŞUMU

Petrol, yeryüzündeki çatlaklar ve kırıklardan yer altına sızarak, çeşitli hafif hidrokarbonlar, katran, asfalt veya bitüm olarak kayaçlar arasındaki boşluklarda toplanır.

Bu oluşum özelliğinden dolayı, Latince “petra (kaya)” ve “oleum (yağ)” sözcüklerinden türetilen “petroleum (petrol)” adı verilmiştir.

(EK-2. KAYAÇLAR VE KAYAÇ YAPILARI)


3.1. Petrolün Kökeni

Petrolün inorganik mi yoksa organik esaslı mı olduğu, kökeninin ne tür maddeler veya bileşiklere dayandığıyla ilgili olarak 1800’lü yıllardan buyana çeşitli görüşler ileri sürülmüş, araştırmalar ve deneyler yapılmış, teoriler üretilmiştir. Geçmişten günümüze kadar gelen bu tartışmalar, hala az sayıda da olsa karşıt görüşlerde olanlar bulunmasına rağmen, organik köken teorisinin kabul edilmesiyle sonlanmıştır. Aşağıda bu teorilerin kısa bir özeti verilmiştir.

İnorganik Köken Teorileri

Dünyanın katmanları

İlk olarak Berthelot (1866) tarafından ortaya atılan ve Mendeleyev (1877 ve 1902) tarafından desteklenen bir teoriye göre petrol inorganik kökenlidir. Laboratuarda metan, asetilen ve benzol gibi maddeleri elde eden kimyagerler doğadaki petrolün de yeraltında kimyasal reaksiyonlar ve volkanik olaylarla oluştuğunu ileri sürmüşlerdir.

20. Yüzyılın başında bazı bilim adamları petrolün magmatik kökenli olduğunu ileri sürdüler. Mendeleyev’in teorisine göre mantodaki demir karbür yeraltına sızan sularla etkileşerek metan ve hidrokarbonları oluşturmaktadır.

Peyve (1956) ve Subbottin (1966) büyük ve derin faylardan çıkan hidrokarbon gazlarına dayanarak bu gazların mantodan çıkıp kabuk içerisinde depolandıklarını ve sıvı petrole dönüştüklerini ileri sürdüler. Bu durumda son derece derin sondajlar açarak sonsuz petrol kaynaklarına ulaşmak mümkün olacaktır; ancak petrol çoğunlukla çökel havzalarda bulunmaktadır.

Ancak bazı bilimsel veriler inorganik köken teorisini geçersiz kılmaktadır; örneğin, petroldeki porfirin, piridin ve klorofil gibi maddeler inorganik yolla elde edilemez, büyük molekül ağırlıklı hidrokarbonlar inorganik reaksiyonlarla oluşamaz, petrol bileşiklerinin polarize ışığı saptırma özelliği kuvars ve zinober dışında hiçbir inorganik maddede yoktur.

Petrol yataklarının çoğu magmatik faaliyet alanlarından uzakta ve çökel kayalar içerisinde bulunmaktadır. Yerkabuğunun derinliklerine doğru petrol artmamakta, aksine petrol genç örtü kayaları içerisinde daha yaygın olarak bulunmaktadır: Sonuç olarak petrolün inorganik kökenli olduğu söylenemez.

Organik Köken Teorileri

Bazı araştırıcılar petrolün hem hayvansal hem de bitkisel kökenli (biyomas kökenli) olduğunu kabul etmektedirler; örneğin, balık ve diğer hayvan etlerinin distilasyonuyla petrol bileşenlerine benzer maddeler elde edilmektedir.

Kömürden petrol elde edilmesi ve bataklıklardaki metan gazı nedeniyle petrolün karasal bitki kökenli olabileceği ileri sürülmüştür. Ancak petrol sahalarında genellikle kömür olmaması, kireçtaşlarında karasal bitkilerden türemiş petrol bulunmaması, linyitten türeyen zift ile petrol arasında kimyasal farklılıkların olması petrolün oluşumunda karasal bitkilerin önemli bir etkisi olmadığını göstermektedir.

Denizsel bitkiler ile denizsel çökeller arasında kökensel bir ilişki kurulabilir. Bunların en önemlileri yosun ve diyatomlardır. Diyatomlar okyanuslar ve göllerin yüzeyinde (derinliği birkaç metre) yüzerler ve zamanla bazı hidrokarbon türleri üretirler. Bu süre boyunca, iskelet yapıları kuma benzeyen (silisyum bileşikleri içeren) çeşitli deniz canlılarının yiyeceği de olurlar. Her iki oluşum da fotosentezle kimyasal enerji depolar ve yüzme yeteneklerini artırırlar.

Ham petrol içerisinde bol miktarda mikro organik madde vardır. Yosun küllerinin I, Br, P ve amonyum tuzu miktarları ile hampetrolün eser elementleri arasında benzerlikler vardır. Bu bulgular petrolün organik kökenli olduğunu kanıtlar.

Okyanus kökenli mikroskobik canlıların (diatomlar ve foraminifera) petrol oluşumunu, kara kökenli bitkilerin ise daha çok doğal gaz oluşumunu sağladığı görülmüştür.

(EK-3: HAMPETROL KAYNAKLARI)


3.2. Petrolün Oluşumu

Bir petrol havuzu peşpeşe gerçekleşen olaylar sonucu oluşan hidrokarbonlar topluluğudur. İlk eleman hammaddeler denilebilecek birincil kaynak maddeleridir. Yer altı tabakalarında tortu veya birikintilerle karışık halde toplanan bu hammaddeler basınç, sıcaklık ve zaman parametrelerine bağlı olarak çok çeşitli ve karmaşık fiziksel, biyokimyasal ve kimyasal reaksiyonlarla transformasyona uğrarlar. Bundan sonra oluşan hidrokarbonların kapanlarda yakalanmasıyla sonuçlanacak göç olayı başlar. Bütün bu aşamalar aşağıdaki kısımlarda anlatılmış olan ‘Petrol Sistemi’ düzeni içinde gerçekleşir. Burada kısaca hammaddenin gömülme derinliği ile sıcaklık, basınç ve zaman ilişkisine değinilecektir.

Sıcaklık

Gömülme derinliği arttıkça oluşan en önemli olay sıcaklığın da artmasıdır. Sıcaklığın derinlikle artması “jeotermal gradient (yükselme)" olarak tanımlanır. Dünya jeotermal gradient ortalaması 1 kilometre için 23.5 0C’dir. Bu değer litolojideki maddelerin ısıl iletkenlikleri ve yer altı sularının miktarları gibi etkenlere bağlı olarak bölgesel olarak farklılıklar gösterir. Herhangi bir derinlikteki sıcaklık aşağıdaki eşitlikle bulunur.

Tf = Ts + (D x G)

Tf = oluşum sıcaklığı, 0C, Ts = ortalama yıllık “yüzey” sıcaklığı, 0C (“yüzey”, 3 metre derinliği tanımlar), G = jeotermal gradient, D = derinlik, metre

Basınç

Oluşan petrolün yer değiştirmesinde, yani göç etmesinde basıncın önemi çok fazladır, ancak petrolün oluşumunda da basınç önemli bir parametredir. Derinlik arttıkça basınç da artar; örneğin, 580 m derinlikte basınç 40.4 kg/cm2 dir.

Zaman

Hidrokarbonlar yeryüzüne yakın derinliklerde kısmen kararlıdırlar, oysa moleküler dönüşümlerin tetiklenebilmesi için yeterli derecede yüksek sıcaklıklara ve zamana gereksinim vardı. Kabaca 100 milyon yıl boyunca organik maddelerdeki dönüşüm çok düşük seviyelerde kalır. Sıcaklığın 50 0C ye ulaştığı, yaklaşık 2200 metre derinliklerde kerojendeki atomik bağların kırılmaya başlama sıyla oksijen çıkışları, CO2 ve H2O meydana gelerek sülfür, nitrojen ve oksijen içeren yüksek molekül ağırlıklı, özellikle asfaltenler ve reçinelerden oluşan ilk petrol ürünleri ve organik maddelerin yapısına bağlı olarak gaz ürünler oluşmaya başlar.

3.3. Petrol Sistemi

Toplam petrol sistemi keşfedilmiş ve keşfedilmemiş petrol yataklarından olan her tür hidrokarbon sızıntıları ve birikintilerinin (bunlar aktif kaynak kayaçla ilişkilidir) incelemesini kapsar, birbirinden bağımsız temel elementler (kaynak kayaç, rezervuar kayaç, seal kayaç ve overburden kayaç) ve temel prosesleri (jenerasyon, göç, birikme ve kapan oluşumu) inceler.



Şekil-1: Bir petrol sisteminin profili; kaynak ve rezervuar kayaçlar, kapanlar ve göç yolları


Sistem ile hidrokarbon birikintilerinin kaynakla olan ilişkileri incelenerek halen veya gelecekte izleyecekleri göç yolları saptanır (Şekil-1)

Petrol sistemi, en basit şekliyle tanımlanırsa, bir jeneratif petrol kaynak kayacı ve bunun kapanlarda tutulması arasındaki genetik ilişkiyi tanımlar. Petrol sistemi aşağıda belirtilen dört temel proses ve dört temel element içinde gerçekleşir.

Petrol sistemi temel prosesleri,

·         Jenerasyon: Kaynak kayaçların, organik maddelerin hidrokarbonlara dönüşmesi için yeterli olan sıcaklık ve basınç rejimine kadar gömülmesi,
·         Göç (migrasyon): Hidrokarbonların kaynak kayaçtan bir kapana doğru göçü,
·         Birikme (akümülasyon): Bir kapan içine giren hidrokarbonlar hacminin, kapan sızıntısından daha büyük miktarlarda olmasıyla birikmesi,
·         Kapanlanma (veya korunma ve zamanlama): Korunma, hidrokarbonların rezervuarda kalması, biyodegredasyona uğramaması ve suyla çekilerek kapandan kaçmaması; zamanlama ise hidrokarbonların göçünden önce ve göçü sırasında kapanın şekillenmiş olmasıdır.

Petrol sistemi temel elementleri,

·         Kaynak kayaç,
·         Rezervuar kayaç,
·         Örtü (seal) kayaç,
·         Örtü tabakasıdır (overburden).


Şekil-2: Jenerasyon prosesinde, (a) derinlik-sıcaklık ilişkisi, (b) organik maddenin olgunlaşması (maturasyon)


a. Petrol Sistemi Temel Prosesleri

1. Jenerasyon

Organik madde yeraltında gömülmeye başladığında dönüşüm reaksiyonları da başlar (Şekil-2); genel reaksiyon ilerleyişi aşağıdaki gibi gösterilebilir.

                          transformasyon
Organik madde ¾¾¾¾®  Kerojen + Bitum (yan ürün) 

                          transformasyon
Kerojen + Bitum ¾¾¾¾®  Petrol

Kerojen

Kerojen, çökel kayaçlar içerisinde bulunan büyük molekül ağırlıklı ve karmaşık yapılı organik bileşiklerdir. Kimyasal olarak kerojen karbon, hidrojen ve oksijenden oluşur; çok az miktarlarda da nitrojen ve sülfür bulunur. Çeşitli kerojen türleri vardır; farklılıkları, içerdikleri orijinal organik maddeler nedeniyle, kimyasal yapılarından kaynaklanır.

I. Tip Kerojen: Alg (Alginite) kökenlidir; hidrojen karbon oranı 1.25’den daha yüksek, oksijen karbon oranı 0.15’den daha düşüktür. Bileşiminde siklik ve aromatik yapılar çok azdır, esas olarak protein ve lipit yapılar içerir. Bu tip kerojenler daha çok sıvı hidrokarbonlar üretme eğilimindedirler, ancak oluşumları çok sınırlıdır; göllerdeki alglerden çıkarlar, sadece oksijensiz göller ve az sayıdaki özel denizsel ortamlarda şekillenirler.

II. Tip Kerojen: Bu gruba giren kerojenler birkaç türdür; eksinit (polen ve spor lardan), katinit (karasal bitki parçacıklarından), resinit (karasal bitki reçineleri ve hayvansal parçalanma reçinelerinden) ve liptinit (karasal bitkilerin yağlarından ve deniz alglerinden) kökenli olabilirler. H/C oranı 1.25’den daha düşük, oksijen karbon oranı 0.03-0.18 aralığında değişir; petrol ve gaz hidrokarbonlar üretirler.

III. Tip Kerojen: Hümik kerojen adı ile de bilinen bu tipteki kerojenler yağlar (lipidler) veya mumsu maddelerden yoksun karasal bitkiler kökenlidir; selüloz (karasal bitkilerin sert yapısını oluşturan karbonhidrat polimerleri) ve lignin (selüloz liflerinin birarada tutan diğer bir karbonhidrat polimer grubu) ile bitkilerdeki terpenler ve fenolik bileşiklerden oluşurlar. Hidrojen karbon oranı 1’den daha düşük, oksijen karbon oranı 0.03-0.3 arasındadır. Bileşiminde çok miktarda halkalı ve aromatik yapılar bulunur. Bu gruba giren kerojenler kalındır, odun veya kömüre benzer bir görünümdedir.
  

Biyokütlenin petrole dönüşmesi, bunların bakteriler ve protistler (tek hücreli hayvanlar veya bitkiler) tarafından parçalanmasıyla gerçekleşir. Ancak bu tip kerojende bulunan lignin parçalanarak bakteriler ve protistleri zehirleyen fenolik bileşikler verirler. Bu ekstra durum dikkate alınmadığında, 3. grup kerojenlerden sadece metan ve kömür üretilir.

Kerojen türlerinin dışında kalan diğer bazı kerojen denilebilecek ‘kalıntı’ oluşumlar da vardır. Bunlar organik maddelerin bozunmalarından sonra geriye kalan kısımlardır ve hidrojen karbon oranı 0.5’den daha düşük olan polisiklik aromatik hidrokarbon yapılar içerirler. Bu maddelerin herhangi bir hidrokarbon bileşiği üretme potansiyeli yoktur.

Organik maddelerden hidrokarbonların jenerasyonu üç aşamalı olgunlaşmayla (maturasyon) gerçekleşir; diyajenez, katajenez ve metajenez.

Diyajenez

Diyajenez (yaratılış) fazı yeryüzüne yakın derinliklerde, yaklaşık olarak normal sıcaklıklar ve basınçlarda gerçekleşir. Bu fazda, organik maddeler bakteriler yardımıyla olan biyojenik parçalanmaya ve biyojenik olmayan reaksiyonlara uğrar; organik maddelerden metan, karbon dioksit ve su çıkarak geriye “kerojen” denilen karmaşık bir hidrokarbon yapı kalır. Proseste sıcaklık önemli bir rol oynar; gömülme arttıkça yükselen sıcaklıklar bakterilerin ölmelerine neden olduklarından biyojenik reaksiyonlardaki etkilerini azaltır, buna karşın yüksek sıcaklıklarda organik reaksiyonlar hızlanacağından petrol oluşumu artar.

Bu evredeki kimyasal reaksiyonlardan bazıları aşağıda verilmiştir. Ortama ve bakteri türüne göre ortamda bulunan sülfat iyonlarından sülfür ve oksijen meydana gelirken oluşan kükürt Fe(OH2) ile birleşerek FeS2.haline geçer.

SO-24  «  S + 2O2 + 2e-

Fe (OH)2 +2S « FeS2 + H2O

Sülfat iyonları ayrıca organik maddeyle de reaksiyona girerek hidrojen sülfür oluşturabilir.

SO-24 + 2CH2O ® 2HCO-3 + H2S

Diyajenez esnasında gelişen biyolojik bozunmanın ilk evresi oksidasyondur. Oksidasyon sonucu su, karbondioksit, nitrat ve fosfat oluşur. Basitleştirilmiş reaksiyonlar aşağıdaki gibi yazılabilir.

(CH2O)106 (NH3)16 H3PO4 + 138 O2 ®
106 CO2 + 16 NHO3 + H3PO4 +122 H2O

İkinci evrede nitrat indirgenir.

(CH2O)106 (NH3)16 H3PO4 + 94.4 NHO3 ®
106 CO2 + 55.2 N2 +177.2 H2O +H3PO4

Bu işlevi sülfatın indirgenmesi takip eder ve bunun sonucunda hidrojen sülfür ve amonyak meydana gelir

(CH2O)106 (NH3)16 H3PO4 + 52 SO4-2 ®
106 HCO3- + 53 H2S + 16 NH3 +H3PO4

Organik madde protein, karbonhidrat, lipit ve ligninden oluşmaktadır. Bu sıralamada protein en dengesiz, lignin ise en dengeli ve duyarlı bileşendir. Diyajenez esnasında bunlar mikropların enzimleri ile başka maddelere dönüştürülürler. Örneğin Karbonhidratlar (selüloz) bozunarak metan ve karbondioksit verir.

(C6H10O5)n  ® CO2 + CH4

Benzer şekillerde diğer organik maddelerin bozunması ile de metan üretilir. Benzer reaksiyonlarla proteinlerden aminoasit ve peptidler, lipitlerden gliserol ve diğer yağ asitleri, ligninden fenol ve aromatik asitler üretilir.

Yukarıda belirtilen değişiklikler çökel birikiminin birkaç metrelik üst kesiminde meydana gelir. Ancak üstte çökel birikip gömülme arttıkça fiziksel ve kimyasal ortam koşulları da değişmeye başlar. Derinlik arttıkça sıkılaşma (kompaksiyon) da artar. 300 m derinlikte killerin porozitesi %80 den %30-40 a düşer. İçerisindeki gözenek suyu ve biyojenik su atılır. Bu sular içerisinde karbondioksit, metan, hidrojen sülfür ve diğer bozunmuş organik madde artıkları vardır.

Bunların yanısıra inorganik reaksiyonlar sonucunda pirit, siderit vb gibi diyajenetik mineraller gelişir. Karbonat çimentolanması gözlenir. Derinlik daha da arttıkça sıcaklık önem kazanır. Biyojenik reaksiyonlar durur, inorganik reaksiyonlar hızlanır. Bu reaksiyonlarla kalan su, karbondioksit ve metan da atılarak sonuçta kerojen meydana gelir.

Katajenez (Parçalanma)

Katajenez fazı oluşan kerojenin daha derinlere (1000-6000 m) gömülmesiyle artan sıcaklık (60-177 0C) ve basınç ortamında organik kerojenlerin hidrokarbonlara dönüştüğü ‘parçalanma’ proseslerini içerir. Sıcaklık arttıkça (ki bu zamanın ve derinliğin artmasıyla orantılıdır) atomlar arasındaki bağların kopması da fazlalaşır. Önceden çıkan S, N, O ve kerojenden (özellikle asfaltik zincirler de dahil) hidrokarbon molekülleri meydana gelir. İlk oluşan hidrokarbonlar C15-C30 karbonlu biyojenik moleküllerdir. Derinlik arttıkça, yani gömülme ilerledikçe sıcaklık da yükseldiğinden karbon-karbon bağlarının kırılması hızlanır. Bağların kırılmasıyla hafif hidrokarbonlar oluşmaya başlar ve bu proses kaynak kayaçtaki hidrokarbonların miktarıyla orantılı olarak hızla ilerleyerek hampetrol depozitlerini meydana gelir.

Bu aşmada gerçekleşen transformasyon (katajenesis), bir disproporsinasyon (orantısız sonlanma) prosesine eşdeğerdir. Bir taraftan hidrojen içeriği fazla hidrokarbonlar (Hc) meydana gelirken, diğer yandan kalıntı kerojenin hidrojeni sürekli olarak azalır.

200 0C sıcaklığın üstünde tüm hidrokarbonlar kararsız hale gelir, parçalanarak metan ve karbon oluşur. Bu nedenle sıcaklık kritik faktörlerden biridir. Diğer kritik faktör zamandır; kerojenin olgunlaşması için uzun zaman kararlı koşullarda kalması gerekir. Araştırmacılar, bu fazda oluşan kimyasal reaksiyonların zaman, sıcaklık ve basınca bağımlı olduğunu ve prosesin aşağıdaki reaksiyonla özetlenebileceğini ileri sürmektedirler.

X0 ® Hc + X(t)

X0 başlangıçtaki kerojen konsantrasyonu, X(t) t zamandaki kerojen konsantrasyonudur. Basınca bağlılık ihmal edilir düzeyde olduğundan katajenez prosesi birinci dereceden diferensiyal bir eşitlikle verilir.

dX
¾   = - k X
dt

X = kerojen miktarı, k = reaksiyon hız sabitidir.

Metajenez

Metajenez fazı, yüksek sıcaklıklar ve basınçlarda meydana gelen bir başkalaşım (metamorfizm) aşamasıdır. Metamorfizm, katı haldeki bir kayaçtaki mineralojik, kimyasal ve kristalografik değişiklikler olarak tanımlanabilir; örneğin, erimeksizin kayacın yeni koşullara (basınç, sıcaklık, akışkanların girmesi) göre değişmesi.

Diyajenez ve katajenez fazlarının açıklamalarından anlaşıldığı gibi, petrol ve gaz kaynak kayaçtaki kerojenden peşpeşe kimyasal reaksiyonlar sonucu oluşmaktadır. Reaksiyonlar kimyasal reaksiyonlar kinetiğince yönlendirilir, dolayısıyla bu transformasyon, doğrudan sıcaklık ve zamana bağlıdır. Basınç, gerekli sıcaklığa erişebilmek için zorunludur, ancak petrolün oluşumundan ziyade, bir yerden başka bir yere göç etmesinde etkilidir.

Örneğin, petrol üretilen bir bölgenin sıcaklığı 22 0C’den azsa, rezervuarın yer yüzeyinden derinliği 550-650 metredir, ve elde edilen petrol “ağır”dır. Ağır petrol moleküllerindeki karmaşık karbon-karbon bağlarının parçalanarak “hafif” ürünlere dönüşebilmesi için sıcaklığın en az 20 0C daha yüksek olması gerekir ki bu sıcaklığa 1100 metre daha derinde erişilebilir. Halen yeryüzünün çökelme hızı 1 cm/100 yıl olduğuna göre örnekteki petrol rezervuarı 1100 metre daha derine ancak 11 milyon yılda çökebilir. Dünyanın bazı bölgelerine 115°C’den yüksek petrol bölgeleri vardır.

2. Göç (Migrasyon)

Olgunlaşmayla (maturasyon) oluşan petrol ve gaz yer yüzeyine doğru göç etmeye başlar. Göçün iki önemli nedeni, basınç ve yoğunluktur. Maturasyon bölgesinin basıncı yüksektir, yukarı doğru çıkıldıkça basınç azaldığından, engellerle karşılaşmaması halinde hidrokarbonlar daha düşük basınçlı katmanlara doğru akarlar; petrol ve doğal gazın yoğunluğu, kayaçlar ve suyla kıyaslandığında daha düşük olduğundan göçü kolaylaştırır.

Hidrokarbonlar gözenekli ve geçirimli kaynak kayaçtan (ana kayaç) rezervuar kayaca (hazne kayaç) göç ederler; buna ‘birincil göç’ denir. Hazne kayaca gelen petrol burada da göçe devam eder; ‘ikincil göç’ denilen bu evrede hidrokarbonların rezervuar kayaç içindeki gözenekler ve kırıklar arasından hareketliliği başlar ve akışkanlar yoğunluk farklılıkları nedeniyle tabakalaşırlar (Şekil-3).

İkincil göç çeşitli fiziksel ve kimyasal parametrelere göre değişik şekillerde yönlenebilir. Fiziksel parametreler arasında basınç farklılığına bağlı yüzdürme kuvveti, rezervuarın petrofiziksel özellikleri, ve geçirgenliği sayılabilir. Ayrıca taşıyıcı tabakanın eğimi, sürekliliği, fay ve çatlaklar göçü etkileyen başlıca faktörlerdir. Kimyasal parametreler petrolün yapısal değişime uğramasına neden olur; bileşimi, taşıyıcı tabakaya ulaştığı halden sapar, örneğin daha ağır veya daha hafif bileşenlerce zenginleşerek göç yolunu değiştirir.



Şekil-3: Birincil ve ikincil göç yolları


Hidrokarbonların göç türleri kısaca aşağıdaki şekilde tanımlanabilir.

·         Yatay Göç (Lateral Migrasyon): Yatay göç devamlı ve geçirgen seviyelerde taşıyıcı kaya ile örtü kaya dokanağı boyunca meydana gelir ve 10 ile 100 km arasında bir mesafede gerçekleşir

·         Düşey Göç: Gözenek içerisindeki hidrokarbon basıncı kendisini gözenek içerisinde tutmak isteyen basınç ve örtü tabaka içerisinde oluşan basınçtan daha fazla olduğu zaman düşey göç görülür

·         Aşağı Doğru Göç: Özellikle transgresif istiflerde görülen bu göçte alttaki daha iyi nitelikli rezervuar kayalar ve stratigrafik kapanlar doldurulur

·         Yukarı Doğru Göç: Örtü içerisindeki çatlak ve boşluklardan petrolün yukarı doğru göçmesidir

·         Petrol Sızıntısı: Sızıntı eğer kuyuda görülüyorsa bu orada göç olduğunu ve geçmekte olan bir petrolü ifade eder. Sızıntı yüzeyde görülüyorsa o bölgede kapanlanma koşullarının iyi olmadığını belirtir

·         Kapanda Göç: Kapana yeni petrol gelmesi ikinci bir göçe neden olur

·         Petrol kapanlarının deformasyona uğraması yeni bir göçe neden olur. Yükselme ve aşınma sonucunda tabaka basıncı azalırsa gaz şapkası hacmi artar ve sonuçta petrol kaçabilir


3. Birikme (Akümülasyon)

Hidrokarbonların birikmesi (accumulation) için üç elementin biraraya gelmesi gerekir; bunlar, rezervuar kayaç (porozitesi ve geçirgenliği yüksek, genellikle kumtaşı, kireç taşı ve mermer gibi), üst, alt ve yanal sızıntıları önleyen seal kayaç (porozitesi ve geçirgenliği düşük, genellikle shale tabakaları, kireç taşı, gibs, tuz gibi) ve overburden kayaçtır (ilave bir kapanlama etkisi yapar).

4. Kapanlanma

Geçirgen rezervuar kayaçları (karbonatlar, kumtaşları), hidrokarbonların göçmesine engel olan geçirgenlikleri az kayaçlarla (örtü kayaçları) sarıldığı zaman kapanlar meydana gelir. Tipik örtü (seal, cap) kayaçlar sıkı dokulu şeyller, evaporitler, betonlaşmış sert kumtaşları ve karbonat kayaçlarıdır.


Şekil-4: Rezervuar kayaç, seal kayaç ve overburden tabakalar arasında petrol birikmesi

Kapanlar stratigrafik ve yapısal oluşumlardır. Yeryüzü ani veya kademe kademe jeolojik hareketler yaratır; depremler, volkanik patlamalar, rüzgar ve suyun neden olduğu erozyonlar gibi. Bu hareketler sonucu bazı yapısal oluşumlar doğar. Örneğin, yukarı doğru itilen kayaçlar dome-şeklini alır veya kemer gibi kıvrılır; buna antiklinal oluşum (kapan) denir. Bunlar çoğu kez hidrokarbonları yakalayıcı oluşumlardır ve bir kaynak kayaç yakınında yer alması halinde o alanda petrol ve gaz bulma olasılığı yükselir.



Şekil-5: Bir antiklinal kapanın şematik görünümü



Şekil-6: Hidrokarbon havuzların bulundukları zamanlar


Kapanlar petrolün göçerek son olarak yerleştiği ve hareket edemeyecek şekilde sıkıştığı yerlerdir. En basit kapan Şekil-5‘de görüldüğü gibi bir antiklinaldir. Kapalı bir sistem petrol biriktirir. Alt kısmı konkav bir örtü kolayca bariyer oluşturur ve petrolün akıntı yönünde daha ileri gitmesini önler.

Böylece sistemin en üst kısmında petrol birikerek bir havuz meydana getirir. Kapanın alt kısmı genellikle düzlemseldir ve petrol-su dokanağı ile sınırlanır.

Çökeltiler içindeki hidrokarbonların büyük bir kısmı uygun bir kapan bulamazlar ve su içeren oluşumlar boyunca hareket ederek yüzeye doğru akarlar.

Tahminlere göre yeraltında gömülü tüm organik maddelerin %0.1’inden daha azı bir yağ havuzunda tutulmuş haldedir. Hidrokarbon havuzların çökelti hacmine oranı en yüksek olan kayaçlar 2.5 milyon yıldan daha yaşlı değildir ve bunun da %60 kadarı Senozik Devir tabakalarında bulunur (Şekil-6).


b. Petrol Sistemi Temel Elementleri

1. Kaynak Kayaç

Bu tabakalara bazı bölgelerde Devonik periyotta (~410-360 milyon yıl önce) rastlanır. Sedimentler çökelip yeterli derinliklere kadar gömüldükçe ısınır, sıcaklığın etkisiyle oluşan kimyasal reaksiyonlarla petrol oluşur. Organik kalıntıların çökelmeleriyle meydana gelen kayaçların yeterli derinliklere kadar gömülebilmeleri için 300 milyon yıldan fazla zaman geçmesi gerekti.

Kaynak kayaç, organik maddeler içeren. bir çökel kayaçtır (shale gibi). Organik maddeler milyonlarca yıl önce bataklıklar, göller ve sığ denizlerde yaşayan bitki ve hayvancıkların parçalanmış kalıntılarıdır; bunlar yeraltında ısıya maruz kaldığında petrol ve gaz ürünler çıkarırlar. Yeraltına gömülme sürecinde kaynak kayaçtaki bitki ve hayvancıkların kalıntıları (kerojen) artan ısı altında pişerek su, petrol ve gaz üretir; pişme prosesine olgunlaşma (maturasyon) denir.

2. Rezervuar Kayaç

Rezervuar Kayacı (Pay Zone), 136-65 milyon yıl önce Kresata periyodunda oluşan kayaç tabakalarıdır, yeryüzünden 500-700 metre derinliklerde bulunur; bu tabakalar kum, shale, kum, tuzlu su, kum, ağır yağ sıralamasında bulunur. Bu sığ derinliklerde petrol, katı halden sıvı hale geçişini tamamlayacak yeterli sıcaklıklara ulaşamamıştır, dolayısıyla bu bölgedeki petrol “ağır petrol” karakterindedir.

Kaynak kayaçtan yaratılan hidrokarbonlar bir yakalayıcı oluşum tarafından depolanmadıkça kullanıma alınamaz. Bir rezervuar kayaç, göç eden hidrokarbonları yakalayarak tıpkı bir sünger gibi emen bir oluşumdur; kaynak kayaçtan oluşan hidrokarbonların ancak bir rezervuarda toplanan miktarından yararlanılabilir.


Şekil-7: (I) Deniz/göl yüzeyindeki çökeltilerin mikroskobik görünümü; (II) Kaynak kayaç jenerasyonunun mikroskobik görünüm; (III) Kapan: Rezervuar+ örtü (seal) kayacın mikroskobik görünümü


Rezervuar kayaç hidrokarbonların tanecikleri arasındaki boşluklarda (pore) birikmesine ve bu boşluklar arasındaki geçirgenlik (permeabilite) yollarıyla hareketine olanak verir. (Şekil-7)

Prensip olarak gözenek, boşluk ve çatlak içeren her kaya rezervuar olabilir. Ancak pratikte rezervuar genellikle kumtaşı ve kireçtaşı veya mermerdir; kalındır ve fazla miktarlarda petrol tutabilecek derecede poroziteye sahiptir.

Oldukça sığ bir derinlikte ve diğer petrol sahalarının yakınında olması halinde birkaç feet kalınlığındaki bir rezervuar kayacı ticari anlamda yeterli olabilir. Yine de ekonomik üretim için rezervuarın birkaç yüz feet kalınlıkta olması gerekir.

Bir rezervuar kayacının önemli iki özelliği “porozite” ve “geçirgenlik”tir  Porozite kayaçtaki açıklıkların veya boşlukların bir ölçüsüdür; bir kayacın toplam boşluk hacminin toplam katı hacmine oranı olarak tanımlanır.

Porozite (%) = (boşluk hacmi / toplam kayaç hacmi)X 100

Çıplak gözle bakıldığında bir rezervuar kayacı sıkı, homojen bir katı gibi görünürse de mikroskobik incelemelerle ince açıklıkları görmek mümkündür. Bu açıklıklara pore (gözenek), kayaca da poröz kayaç denir.

Porozite, efektif ve efektif olmayan porozite olmak üzere ikiye ayrılır. Petrol açısından efektif porozite önemlidir.

Rezervuar kayacının geçirgenliği, kayaçtaki gözeneklerin birbirlerine bağlanarak petrolün bir gözenekten diğerine geçişini sağlayan kanalları tanımlar; yani, kapandan alınabilecek hidrokarbonların hacmini kontrol eder Hidrokarbonlar gözenekten gözeneğe geçemedikçe bulundukları yerlerde sıkışıp kalırlar ve bir petrol kuyusuna akamazlar (Şekil-8).



Şekil-8: A: Porozite, B: Geçirgenlik (Permeabilite)

Geçirgenlik Darcy formülüne göre aşağıdaki eşitlikle verilir:


Q = akış oranı, K = geçirgenlik, P1 - P2 = geçiş boyunca olan basınç farkı, A = örneğin enine kesit alanı, L = örnek boyu, µ = akışkanın viskozitesidir.

Permeabilite birimi Darcy’dir; 1 cm/sn hızla 1 atm/cm basınç farkı altında geçen 1 sentipoiz (cP) viskozitedeki akışkan miktarı 1 Darcy’dir. Rezervuarların çoğunda geçirgenlik 1 Darcy’den az olduğu için milidarcy (md) kullanılır. Ortalama rezervuar geçirgenliği 5 ile 500 md arasında değişir.

Darcy kanununun geçerli olması için formasyon içerisindeki sıvı ile kaya arasında kimyasal bir reaksiyon olmaması, akışkanın tek bir fazda olması gerekir ki bu doğada çoğu zaman gerçekleşmez. Yani olaylar çok daha kompleks olarak gelişmektedir.
 Geçirgenlik ikiye ayrılı: Spesifik geçirgenlik; kayacın bütün gözenekleri akışkan ile doygundur. Etkin geçirgenlik; kayacın tüm gözenekleri akışkan ile doldurulmamıştır.

Relatif Geçirgenlik = Etkin geçirgenlik / Spesifik geçirgenlik

Rezervuarların çoğu sürekli ve sabit özellikler göstermezler. Rezervuarın litolojik sürekliliği, geçirgenlik ve porozitesinin  sürekliliği ve dağılımı rezervuardan üretilecek petrol miktarının tahmini açısından son derece önemlidir. Bu özellikler gözetilerek rezervuarlarda toplam ve net verim zonları ayrılır; Toplam verim zonu: petrol-su dokanağından itibaren rezervuarın tüm kalınlığını içine alan zondur. Net verim zonu: ise petrolün bizzat üretildiği zonların toplam kalınlığıdır.

Petrolün rezervuardan sondaj kuyusuna akması için doğal üç mekanizma vardır; bunlar su gücü, gaz şapkası gücü ve erimiş gaz gücüdür. Doğal güç bakımından zayıf olan rezervuarlara yapay güç uygulanır. Eğer petrol yeryüzüne gelmiyorsa kuyu dibi pompaları ya da at kafası pompaları kullanılır. Yapay üretimi zenginleştirme tekniklerinde önemli olan rezervuarın basıncını sürekli kılmak ya da bunu artırmaktır. Bunun için rezervuara,

·         Gaz injekte edilir; bu doğal gaz veya CO2, N gibi yapay gazlar olabilir
·         Deniz suyu veya formasyon suyu injekte edilir
·         Bazı özel deterjanlar kuyuya injekte edilebilir


3. Örtü (Seal) Kayaç

Shale, kireç taşı, kumtaşı, tuz tabakaları veya kil taşı gibi hidrokarbonların geçişine olanak vermeyen kayaç türüdür. Seal kayaçlar, tüm potansiyel petrol havzalarında ve aşırı basınç altındaki alanlarda (overburden) çok yaygındırlar. Bunların çoğu deniz çamur taşlarının çökeltilerinden oluşmuşlardır. Oligosen ve Erken Miyosen kireçtaşları en çok rastlanan seal kayaçlardır.


Şekil-9: (a) Bir rezervuar kayaç; (b) bit örtü kayaç, örnekleri

Kapan kayaç petrolü yüzey altında tutabilecek şekilde oluşmuştur, su ve hava geçirmez, rezervuar kayacının üstünü, altını ve yanlarını kaplayarak petrol ve/veya gazın hareketine engel olur.

Seal kayaç-örtü (cap) kayaç da denir, bariyer şeklinde de olabilir ve bir hidrokarbon havuzu oluşması için gerekli koşulları yaratır. Kapan malzemesinin geçirgenliği, hidrokarbonların içinden aktığı kayaç malzemesinden daha düşük olmalıdır.

Şekil-8’de bir rezervuar ve örtü (seal) kayaç görülmektedir. Örtü kayaçtaki koyu renkli tanecikler kildir, bunlar birbirlerine çok yakın paketlenmiş haldedirler ve aralarındaki boşluk çok azdır.

4. Örtü Tabakası (Overburden)

Örtü tabakası, pay zone ile yer yüzeyi arasında kalan ve örtü (seal veya cap) kayaçlar ve rezervuar oluşumlar üzerine aşırı yük uygulayan tabakalar bölgesidir. Oluşumları zamanımızdan ~65 yıl öncesine aittir; bunlar, toprak, klay (kil), kum, susuz kalıntılar, kaya parçaları, shale, tatlı su gölleri ve nehirleri, tuzlu su havuzlarıdır.

Yeraltında herhangi bir derinlikteki basınç, hidrostatik basınca kıyasla anormal derecede yüksektir. Akışkanla dolu tortuların gömülü olduğu alanlarda süratle bu çok yüksek ‘gözenek basıncı’ oluşarak akışkanın kaçmasının engeller; derinlik arttıkça veya örtü tabakası (overburden) yükseldikçe, gözenek akışkanlarının basıncı da yükselir. Aşırı basınçların olduğu katmanlarda sondaj çalışmaları yapılırken yüksek basınçlı akışkan çıkışının tehlikeleri bilinerek gerekli önlemlerin alınmalıdır.

Oluşum (formasyon) basıncı, suyun hidrostatik basınç gradientine (0.433 psi/ft) uygun olarak, derinlikle artar. Bu gradientten sapma durumundaki anormal basınç ‘aşırı basınç (overpressure) olarak tanımlanır.

Alt basınç (underpressure), normal veya hidrostatik basınçtan daha düşük basınçlardır, alt basınç zonu (bölgesi) hidrokarbonların çoğunlukla bulunduğu alanlar veya oluşumlardır (Şekil-10).


Şekil-10: Basınç-derinlik eğrisi: 
A: Hidrostatik basınç gradienti, B: kırık (fracture) gradienti, 
C: litostatik basınç gradienti, D: aşırı basınç (overpressure), 
E: alt basınç (under pressure)


4. KAPANLAR VE KAPAN ÇEŞİTLERİ

Kapanlar çok çeşitlidir ve değişik şekillerde ana ve alt gruplandırmalar yapılabilir. Burada geniş jeolojik sınıflandırmalara girilmeyerek, özet bir sınıflama sistemi ile kapanlarla ilgili bazı bilgiler ve örnekler verilmiştir. Kapanlar dört sınıf altında toplanabilir:
Yapısal Kapanlar

·         Kemer (Antiklinal ve Dom kapanlar)
·         Fay (Fault) Kapanlar
·         Kombinasyon Kapanlar

Stratigrafik Kapanlar

·         Primer Stratigrafik Kapanlar
·         Sekonder Stratigrafik Kapanlar

Diğer Kapan Çeşitleri

·         Kırık (Fractured) Rezervuarlar
·         Hidrodinamik Kapanlar


4.1. Yapısal Kapanlar

a. Antiklinal (Kemer) ve Dome Kapanlar

Yatay hareketler; iç kısımlara basınç yaparak poröz olmayan kayaç tabakalarını yukarı doğru hareketlendirir, tabakalar bir kemer şeklinde yukarı doğru kıvrıldığında (folding) oluşan geometriye antiklin denir (aşağı doğru kıvrılırsa sinklin). Petrol su üzerinde yüzeceğinden suyun dolayısıyla kemerin üstüne çıkmaya çalışır ve kemerin üstünde bulunan shale yatakları gibi geçirimsiz kayaçlar nedeniyle, tepede bir hampetrol havuzu meydana gelir. Bu tip alanlar doğal gazın tutulmasına da olanak sağlar (Şekil-11).

Tepe kısmı yayvanlaşmış çok kısa antiklin oluşumlara da dome (kubbe) denir. Domeler dağların neden olduğu yan basınçların etkisiyle, veya derin tuz yataklarının kayması ve katlanmasıyla meydana gelir; bu kapanlara Karboniferros ve Kretase kayaçlarında rastlanır.


Şekil-11: Antiklin kapanlar



Şekil-12: Tuz dome kapanlar

Tuz dome kapanlar bu tür kapanlara iyi bir örnektir. Tuz özel bir maddedir, yeterli derecede ısı ve basınçla karşılaştığında aşağı doğru yavaş yavaş hareket eden bir kütleye dönüşür. Yer yüzeyinden kilometrelerce aşağıdaki bu akışkan kütle yukarı doğru çıkarken yolu üzerindeki bazı tabakalara çarparak kırılır ve kapanlar oluşmasına neden olur (Şekil-12).

b. Fay (Fault) Kapanlar

Yer kabuğu tabakalarının hareketi sonucu oluşan kuvvetlerin etkisiyle kabuğun bir kısmı kırılır, parçalanır ve bir fay meydana gelir. Faylar, çoğu kez tabakaların karşılıklı olarak (birbirine doğru) hızla hareketlerinin neden olduğu depremlerde teşekkül eder. Faylar kapanlara dönüşebildiğinden doğal gaz rezervleri yönünden önemlidir. Faylar genellikle dört tür olabilir:

·         Normal faylar, genellikle graben (rift, çöküntü) yapılarla ilişkilidir; kayaların gerilme kuvvetlerine maruz kalmaları halinde meydana gelir

·         Ters faylar, kayaların beraberce sıkıştırılmaları sonucu oluşur

·         Doğrultu atımlı (strike-slip, wrench) faylarda, fay boyunca olan hareket fay yüzeyinin çarpmasına paraleldir. Bu tür faylarda yer değiştirme daha çok yatay doğrultudadır, fay boyunca dikey hareket çok azdır

·         İtme (thrust) faylar sıkıştırılmış tektoniklerle ilgili faylardır, kayalara uygulanan sıkıştırma kuvvetleri sonucu kenarlardan biri diğerine göre yukarı doğru hareket eder



Şekil-13: Fay (fault) kapanlar


Şekil-14: Fay tipleri

Fayın iki tarafındaki oluşumların petrolün göç etmesini engelleyecek şekilde hareket etmeleri halinde oluşan kapan şeklidir. Örneğin, fayın bir tarafındaki geçirimsiz ve sızdırmaz bir oluşum (shale veya tuz gibi), diğer tarafındaki petrol-yatağı oluşumuna zıt yönde hareket edebilir; bu durumda geçirimsiz tabaka petrolün akışını engeller ve faya karşı bir petrol havuzu oluşur (Şekil-13).


4.2. Kombinasyon Kapanlar

Bu tip kapanların geometrisi, litolojideki değişiklikler ve tektonik proseslerin birleşmesiyle şekillenir; tipik örnek bir tuz domu kapanıdır (Şekil-15). Tuz domu genellikle bir sodyum klorür kütlesidir, silindir şeklindedir, ve yüzeye yakın yerlerde çapı 2 km dolayındadır. Bu kütle etrafını saran kayaçlar ve çökeltiler tarafından alttan yukarı doğru itilir. Tuz bir evaporittir, tuz yatakları doğal deniz suyunun buharlaşmasıyla meydana gelir. Daha sonra çökelmiş tuz yatakları aşama aşama derinlere gömülür ve gerekli koşullar oluştuğunda kapan şekilleri oluşur. Bu tip kapanlara Permian or Jurassic devir kayaçlarında rastlanır.


Şekil-15: Salt dome kombinasyon kapan



Şekil-16: Bazı stratigrafik kapan tipleri


4.3. Stratigrafik Kapanlar

“Stratigrafi” terimi, kayaçlar ve kayaç değişimleri anlamı taşır. Rezervuar yataklarının oluşması sırasında litoloji veya kayaç tiplerinde olabilecek değişmeler bazı bariyerler veya örtü kayaçları oluşmasına yolaçar; bu gibi koşullar stratigrafik kapanların meydana gelmesini sağlar. Litolojik değişimler resifler (reef), oluklar (channel) ve kum barları gibi birikinti oluşumları yaratabilir (Şekil-16). Stratigrafik kapanlar iki temel sınıfa ayrılır:

·         Birincil (Primer) Stratigrafik Kapanlar
·         İkincil (Sekonder) Stratigrafik Kapanlar

a. Birincil (Primer) Stratigrafik Kapanlar

Birincil stratigrafik kapanlar kayaçların ilk şekillenişi veya yaratılışı sırasında rezervuar yatağının diğer geçirimsiz yataklar tarafından kapatılmasıyla meydana gelen kapanlardır. Bunlar arasında lensler, resifler, pinch out (kıstırma), up-dip, kumtaşı kanalları sayılabilir.

Resifler (Reef) veya karbonat birikintileri uzun zamandan buyana bilinen en önemli stratigrafik kapan tipleridir. Bu tip kayaçlar içindeki kireç taşları dolayısıyla çok fazla miktarlarda petrol ve gaz tutarlar, geçirimsiz kayaçlarla (tuz veya anhidrit cap kayaçlar olabilir) sarılarak rezervuar şeklini almışlardır. Resifler domal (pinnacle) ve şekilsiz uzantılar (bariyer) halinde oluşur ve yüksek poroziteli sert taş yapısına dönüşerek çoğalırlar. Bu tip kayaçlarda karşılaşılan iki sorun vardır; 1. Bütün resiflerin hidrokarbon içermemesi, 2. Birikinti fasiyeslerine uymayan rezervuar özellikleri göstermesidir (Şekil-17).


Şekil-17: Kum merceği ve resifi

Pinchout: (Kıstırma): Bir rezervuar kayaç tabakası (gözeneklidir) aniden sonlanarak shale veya tuz kayacı gibi, hiçbir akıma izin vermeyen sızdırmaz bir tabaka tarafından kaplandığında rezervuarın üst kısımlarına yakın yerlerde oluşan kapandır; tepede rezervuar kalınlığı sıfıra düşer (Şekil-18).

Pinchoutlar ikinci zamanın (Mezozoik) son kısmı olan ve arzın 500 metre kadarki derinliklerinde yeralan Kretase kayaçlarda çok görülür; buralardaki kumtaşı tabakaları çökelmelerini tamamlamış ve yoğun deniz şeyllerine dönüşmüştür.


Şekil-18: Kıstırma (pincout) rezervuar oluşumları



Şekil-19: Bir kumtaşı kanal oluşumu (Sandstone channel)


Up-Dip Plug: Bu tip bir kapan petrolün yukarı doğru akışını engelleyerek diğer çok elverişli bir rezervuar kayacına akmasını önler; kanallarda biriken geçirimsiz kalıntılar rezervuarın alt kısımlarıyla teması kesen bir tapa veya set oluşturur. Rezervuarın porozitesi ve geçirgenliğinin değişmesiyle alt kısımları geçirgen ve poröz, dolayısıyla hidrokarbonlar içerirken, üst kısımları geçirimsiz ve nonporöz olur. Bunun sonucunda rezervuarın bir kısmı sadece su tutar, petrol veya gaz yakalayamaz.  Karmaşık yapılı bu yapıdaki kapanlara Kresate dönemi kayaçlar arasında rastlanır (Şekil-19).

b. Sekonder Stratigrafik Kapanlar

İkincil stratigrafik kapanlar ilk şekillenen rezervuar kayaçların daha sonra çeşitli nedenlerle (özellikle de diyajenez nedeniyle) değişime uğramasıyla, orijinal porozitesi veya geçirgenliğinin değişmesiyle, yani kayaç karakterinin değişmesiyle oluşurlar; unconformity (tabakaların birbirine uymaz halde bulunması), çözünme ve betonlaşma gibi. Bunlardan unconformity çok önemli bir kapan tipidir; örneğin, eğilen yaşlı kumtaşı tabakaları, birbirleriyle uyumsuz halde bloke olur ve yatakların üstüne yerleşir. Unconformite altındaki kayaçlar, genellikle yüksek derecede hava boşluğu içerirler, çok poröz ve geçirgendirler, dolayısıyla iyi birer rezervuar oluşumlardır.

Unconformite (Benzeyişsizlik): Benzeyişsizlik, birbirine uymayan tabakaları tanımlar  Eğilen bir petrol-yatağı kayacı, yatay ve sızdırmaz bir kayaç tabakası tarafından kesilir (Şekil-20).

Unconformite, kayaçların çökelme sürecinde oluşan bir kırıktır. Temel tabakaların eğilmesi, erozyona uğraması (aşınması) ve sonra yatay sızdırmaz kayaçlarla kaplanması sonucu petrol ve gazın toplanacağı bir kapan oluşur. Karboniferros (315-345 milyon yıl önce) dönemi kayaçlarındaki unconformite kapanlar çok önemli petrol yataklarıdır.


Şekil-20: Unconformite kapan oluşumlar


4.4. Diğer Kapan Çeşitleri

a. Kırık (Fractured) Rezervuarlar

Kırık taban kayaçları, üstünü kaplayan şeyl tabakasını iterek yukarı doğru çıkıntı yaparlar ve bir kapan meydana getirirler. Diğer iyi bir kapan türü de, faylar boyunca uzanan betonla kaplanmış kırıkların (kireç taşları ve çakmak taşları) yanal uzanımla boyunca oluşturduğu kapanlardır (Şekil-21).

b. Hidrodinamik Kapanlar

Hidrodinamik Kapanlar Göçmekte olan petrolün hidrodinamik olarak engellenmesi ile oluşan kapanlardır. Bir rezervuar içerisinde akan su yukarı doğru çıkmakta olan hidrokarbonlarla karşılaştığında, eğer su kuvveti hidrokarbonu yüzdürmeye sebep olan kuvvetten fazla ise petrolün yukarıya doğru olan hareketi durur ve burada petrol birikir.



Şekil-21: Kırık rezervuarlar; (a) Diskonformite altındaki kırık porozitede kapanlanan petrol, (b) Fay tabakalara bitişik kırık porozitede kapanlanan petrol


 
Şekil-22: Hidrodinamik kapanlar


GERİ